15 Mart 2013 Cuma

Cifr 1. Cilt



Prof. Necdet Bey haplarını alma zamanının geldiğini belirten alarmın sesiyle kafasını kaldırdı. Hatırladığı en son şey doktora öğrencisi Nazlı'nın tezinin düzeltmelerini okuduğuydu ve bu konuda da haklı olduğunu masasında serili kâğıtlar ispatlıyordu. Aklı, haplarını kullanmaya başladıktan sonra onu yanıltmıyordu artık. Hapları onu gerçek hayata bağlayan tek nesneydi. Çünkü Prof. Necdet ileri manik şizofreni hastasıydı. Bunu fark edeli iki yıl olmuştu ve şimdi daha iyi hissediyordu kendini. Hastalığa ne zaman yakalandığını bilmiyordu, 26 yaşında doktora tezini verdiği günden beri değişik olmaya başladığını hissediyordu.

Doktora töreninin üzerinden yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen hala dün gibi hatırlıyordu. Annesi Meltem Hanım, babası Mesut Bey ve kardeşleri İrem ve Kerem hazır bulunuyordu. Törende tanıdık tanımadık herkes vardı. Katılanların hepsi Necdet'i başarısından dolayı kutluyordu. Başarısı yaptığı doktora tezinde saklıydı.

Tezinde var olduğu James Churchward'un açığa çıkardığı Antik Mu Uygarlığına ait taş tabletleri deşifre edip bu tabletlerin Türklerin kökenine ışık tutan belgeler olduğunu ispatladı. Bu tez dünya çapında yankı buldu. Dünyadaki bütün edebiyat fakültelerinde buluşunu anlattı. Çok şaşalı bir on yıl ve tezinde olabildiğince derinleşti.

Yıllar geçtikçe araştırmaları Mu kaynaklı olumlu ve olumsuz büyü araştırmalarına dönüşmüştü. Bu amaçla da çalışkanlığını ve araştırmacı ruhunu en çok sevdiği doktora öğrencisi Nazlı'ya edebiyatla da alakalı olması sebebiyle Cifr ilmi edebiyatını araştırmasını önermişti. Nazlı da bu konu üzerindeki ilgisini göstermiş, iki doktora ders döneminin hemen ardından tezinin araştırmalarına girişmiş ve üç ay gibi kısa bir sürede yüz elli sayfayı bulan bir tez taslağı hazırlamıştı. Tez içeriği sebebiyle daha şimdiden dünyayı ayağa kaldırabileceğe benziyordu. Yayınlandığında kim nasıl tepkiler alacaktı. Necdet birden kendini düşündü ve kendi gibi birini yetiştirmenin haklı gururunu duydu.

Necdet Bey haplarını içti ve tezi okumaya devam etti: "Osmanlı'da büyücülük ilmi İslam’da yasaklanmış olmasına rağmen epey ilerlemişti. Cifr ilminin en büyük âlimlerinden Mısırlı Muhiddin el-Masurî'nin bu konuyu inceleyen bilimsel nitelikli yayınları ile Cifr ilmi daha da önem kazanmıştır. Masurî'nin ardıllarından bazıları Cifr ilminin gücüne kapılmışsa da bazıları Masurî'nin izinden gitmişti." Necdet buradan aka sayfalara atladı: "Cifr ilminde yer yer kadın egemenliği de örülmüştür. Bunların en ünlüsü fosfor temelli büyü yapan "fosforlu Cevriye’dir. Bazen Cevriye Nene’ ye Melek Nene de dendiği olmuştur. Çünkü fosforun karanlıkta parlama özelliğini giydiği kıyafetleri yaptığı fosfor karışımına batırarak kullanmış ve bu sayede geceleri parlamaya başlamıştı."

Necdet Bey'in haplarının en kötü yanı da çok uyku getiriyor olmasıydı. Tezi masada bir kenara itti ve kafasını masaya kollarının üstüne dayadı. Kafasını masaya koymasıyla uyuması bir oldu, hatta rüya bile görmeye başladı. Rüyasında uzun siyah paltolu bir adam Necdet Bey’e harfleri gazetelerden kesilerek yazılmış bir mektup bulunan bir zarfı uzatarak hemen Necdet Bey’den uzaklaşıyordu. Rüyada tam olarak nerede olduğunu anlayamıyor ve etrafına bakınca önceden kitap olduğunu anladığı bölmelerin değişerek siyah zemin üzerinde yıldız şekillerine gömülü kırmızı bir makas belirdiğini görüyordu. Mektubu açtığında ise gazetelerden kesilen harflerle yazılmış “Cifr ilminden uzak dur!” cümlesini okuyordu. Bunun hemen ardına uyandı Necdet Bey; çünkü kapısı çalınıyordu. -“Gir!” diye seslendi. Gelen Nazlı’ydı.
-Merhaba hocam. Nasılsınız?
-İyiyim Nazlıcığım, teşekkür ederim. Ya sen?
-Ben de iyiyim hocam, teşekkürler.
-Hayırdır Nazlı? Ne oldu?
-Hocam tezim için geldim. Bugün için okumanızı bitirecektiniz. Bana bugünden ötürü “gel” demiştiniz.
Necdet Bey aldığı hapların etkisiyle aklını bir an toparlayamadı, ama hemencecik hatırladı ve haplarına teşekkür etti:
-“Hatırladım kızım” dedi. “Ama okumamı bitiremedim ki. Hastalığımı, malum biliyorsun, çok uyku yapıyor.” Dedi haplarını göstererek.
Nazlı gülümsedi:
-He he, sorun değil hocam onun üzerine yazdığım bir 20 sayfa kadar daha var onları getirdim. Bu arada hocam Süleymaniye Kütüphanesi’nin gizli, bölümlerine girmem için akademik gücünüzü kullandığınız için çok teşekkür ederim.
-Hiç önemli değil canım. Sen yeter ki dünyayı ayağa kaldıracak yoğunlukta bir tez sun, gerisi hiç sorun değil.
-Hocam okuduğunuz yere kadar nasıldı?
-Ah çok iyiydi kızım, tarihçeyi bu kadar iyi anlatamazdın.
-Çok teşekkür ederim hocam, izninizle, sizi daha fazla yormadan çıkayım ben.
-Estağfurullah kızım, peki, görüşürüz.
-“İyi günler hocam” dedi ve çıktı Nazlı.
Nazlı çıkınca Necdet Bey Nazlı’yı düşünmeye başlamıştı. “Gülümsemesi ne kadar da tatlıydı” diye geçirdi içinden; ama bir anda için hüzün kapladı. Çünkü bir hocanın öğrencisine sarkmasının etik olmadığını düşünüyordu. 

Necdet Bey bunları düşünürken yine içi geçti ve uykuya daldı. Rüyası yarım saat öncekinin tekrarı gibiydi, ancak bu sefer mekân açıkça seçiliyordu. Olduğu yer Süleymaniye Kütüphanesi’nde Cifr kitapları bölümüydü. Yeniden kitaplar kaybolmaya başladı ve siyah yıldızlı zemine gömülü kırmızı makas belirmeye başladı. Ama bu sefer gazete harfleri duvarlar belirmeye başladı ve yine “Cifr ilminden uzak dur!” uyarısı geldi. Bu rüyasından farklı olarak önceki rüyasında gördüğü adamın yüzünü de seçebildi ve şok oldu. Tam bu sırada saatinin alarmı öğlen arasının geldiğini haber veriyordu.

Uyandığında bir an için toparlayamadı kendini. Hala uzun paltolu adamın yüzünün şokundaydı. Birkaç saniye içinde kendine geldi ve yemek vakti geldiğin için kapısını kilitleyerek çıktı. Yemeğini genelde asistanı Zeynep’le ve tarih bölümünden antik çağ uzmanı Hamdi Bey’le birlikte okulun yemekhanesinde yerdi. Yemekhanenin yemeklerini severdi. En azından kendisinden iyi yemek yaptıkları aşikârdı. “Marmara’nın her şeyi çok güzel” diye geçirdi içinden asistanının odasına yürürken.

Necdet Bey kapıya varır varmaz asistanı Zeynep kapıyı açtı ve:
-“He he merhaba hocam, tamam geldim şimdi.” Dedi. “Siz isterseniz Hamdi Bey’i çağırın ben sizi fakülte kapısının önünde beklerim.
-Tamam kızım. O zaman aşağıda buluruz.
-Tamam, hocam, görüşürüz.

Tarih bölümü bir üst kattaydı. Necdet Bey gerekmedikçe asansör kullanmaz, her yere yürümeye çalışırdı. Hamdi Bey’in odasına yürürken rüyasında gördüğün yüzün kime ait olduğunu hatırladı. O yüz yıllar önce doktora mezuniyet töreninde onunla en son tokalaşan ve tezi hakkında uzun uzun konuşan uzun siyah paltolu beydi. Bunu nasıl hatırlayabildiğine bir an şaşırdı. Çünkü beyni çoğu zaman tembellik edip geçmişi taşımaktan vazgeçiyor, Necdet Bey de birçok şeyi hatırlayamıyordu. Odanın önüne vardığında kapıyı çaldı ve açtı. Hamdi Bey de hazırlanıyordu:
-Üstadım yemek vakti geldi.
-Geldim üstadım.
Hamdi Bey de odadan çıktı ve kapısını kilitledi. Beraber merdivenlerden inmeye başladılar.
Hamdi Bey:
-Üstadım, bugün nasılsın? Aklın tekliyor mu?
-“Hayır, dostum motoru rektifiye verdikten sonra tıkır tıkır işliyor.” Dedi şakayla karışık. Beraber gülüştüler. Bu sırada fakültenin çıkışına Zeynep’in yanına geldiler. Zeynep:
-“Ooo üstatlar, mutlusunuz?!” diyerek takıldı hocalarına. Normal bir hocaya yapamayacağını bir şımarıklıktı bu, ama bu iki üstat onun böyle şımarık davranmasına ses etmemiş aksine hoşlarına bile gitmişti. İkisi de bayanların dünyanın düzeninde en önemli varlık olduğunu biliyor ve Zeynep’i seviyor ve saygı duyuyorlardı. Zeynep Necdet Bey’e:
-Hocam nasılsınız bugün?
-İyiyim kızım, malum, uyukluyorum hep.
-Hocam bu uyuklamalarınız ne zaman geçecek?
-Bilmiyorum ki kızım, ama yakın zamanda doktora kontrole gideceğim, aylık kontrolüm yaklaştı.